UBP hükümeti çok bakımdan “başarısız” olarak nitelenebilir. “Başarılı” sayılabileceği konular da muhakkak vardır.

Herkes kendine göre hükümetin “iyi” ve “kötü” yönlerini uzun uzun listeleyebilir. Fakat bir nokta var ki sanırım herkes bunda hemfikir olacaktır: Hükümetin tartışmaya açık bütün bu olumlu ve olumsuz yanlarının ötesinde, çok temel ve tartışılmaz bir yanlışı var: Yıllar önce yitirdiği “hakkaniyet” duygusuna hâlâ daha kavuşamamış olması…

UBP ülkeyi devlet ciddiyetinin gerektirdiği gibi “nesnellikle” değil; içe dönük ve dışlayıcı davranarak “particilikle” yönetmeye çalışıyor. Bu durum onu adalet duygusundan uzaklaştırıp, daraltıyor.

KADEM’in Demokrat Parti için yaptığı ankete göre Kıbrıslı Türkler için en büyük sorun ekonomik gidişat ve işsizlik. Buna göre vatandaşın yüzde 52’si ekonomik sıkıntıdan şikayetçi. Ülkede yaşayan her yüz kişiden 30’u içinse esas sorun işsizlik.

İşsizlikle ilgili yakınmanın yersiz olmadığını anlamak için devletin rakamlarına bakmak yeterli. DPÖ verilerine göre KKTC’de işsizlik oranı yüzde 12. Oran, genç nüfusta yüzde 25’e dayanıyor.

İşsizlerle onların yakın çevresinin, en azından bu tip anketlerde görünürlük kazanan bir tür kamuoyu öbeği oluşturmuş olmaları son derece normal.

Normal olmayan şey, hükümet partisinin bu yakıcı sorun karşısında sergilediği tutum. Hükümet, işsiz sayısını azaltmak için aklı başında projeler geliştireceğine, örgüt binalarında korkunç bir siyaset güdüyor. Falanca köyün örgüt başkanı ile filanca ilçenin delegesi, binlerce işsizin sırtında acımasızca tepiniyor.

Politikayı, “eş dost kayırma, torpil patlatma ve devlete askıntı olma” sanan adamlar, padişah edasıyla kuruldukları kahvehane iskemlelerinde ahaliden kulluk bekliyorlar. İş isteyen gelip onlara tapınacak… Devlet neredeyse örgüt başkanlarının iki dudağın arasına hapsedilmiş durumda…

KADEM anketine göre UBP bugün hâlâ daha ülkenin en büyük partisi. Fakat bu durum partinin vatandaşın gözünde “başarılı” olduğunu göstermez.

Kucaklayıcılıktan ve sorunları gerçekten çözme iradesinden yoksun “partici” tavrı, UBP’nin gücünü azaltmıyor olabilir. Ama itibarını yerle bir ettiği muhakkak. UBP bir kez daha kendini “inanılan” değil “katlanılan” bir partiye dönüştürdü.

UBP’nin belki de en büyük günahı, Kıbrıs Türk siyasal yaşamının kronik hastalığına dönüşen particiliğin mucidi olmasıdır. Bunca yıl sonra bile icadından vazgeçmiyor olması günahını katlıyor.

KADEM anketinin en eğlenceli sonucu parti başkanlarının beğenilme oranlarıydı. Buna göre halk, baştaki Küçük’ü beğenmiyor. Sürekli koalisyona gelme ihtimalinden söz edilen Avcı’dan hoşnutsuz. Başa gelme ihtimali olmayan Serdar Denktaş ve Çakıcı’dan rahatsız değil. Ama en çok emekliliğe hazırlanan Soyer’i seviyor.

Temel sorunları çözerek değil körükleyerek siyaset yapma geleneği, politikaya olan inancı harap etmiş durumda.

Halkın “en iyi politikacı, emekliye ayrılmış politikacıdır” demesi işte bundan…