Bu yazım yalnızca geçmişi hatırlatmak için değil, aynı zamanda genç kuşaklara bir hafıza bırakmak, geleceğe kök salmış bir bilinci taşımak içindir. Bana ulaşan birçok okuyucumun ortak çağrısı şuydu: “Biz yaşadık, gördük, bildik… Ama bu tarihi gençler de bilsin. Yarınlarımızın kaderi onların duruşunda şekillenecek.” Bu duyguyla kaleme alınan her cümle, bir neslin emaneti olarak görülmelidir.
Bizler, tarih kitaplarında yazanlardan çok daha fazlasını yaşadık. Kıbrıs Türk halkının varoluş mücadelesi, kuru cümlelerden ibaret değildir; içinde kan, gözyaşı, direnç, yemin ve sadakat vardır. Bu coğrafyada yetişen her evlat, Rum zihniyetinin hiçbir zaman değişmediğini bilmeli ve görmelidir. Kilisenin gölgesinde büyüyen fanatizmin, 50 yıl geçse de Enosis hayalinden vazgeçmediği unutulmamalıdır. Bu gerçek, hâlâ federasyon ya da ortaklık masallarına inananlara uyarı niteliğindedir.
Kıbrıs Türk halkının özgürlük yürüyüşünün en çarpıcı adımı olan Türk Mukavemet Teşkilatı, yalnızca bir örgüt değil, bir halkın varoluş yeminiydi. Kur’an-ı Kerim, bayrak ve silah üzerine edilen o yemin; “Canımı, malımı, namusumu, tüm mukaddesatımı koruyacağım” diyenlerin kararlılığıdır. Sessizce edilen ama tarihin yönünü değiştiren bir süreçtir bu. Rum tarafında ise, kilise destekli EOKA’nın yemini vardır: “Hayatım pahasına Enosis için savaşacağım.” Bu yeminle büyütülen çocuklar, bugün de güneydeki okullarda Enosis plebisitini bir kutlama günü olarak hatırlamaktadır. Tüm bunlar ortadayken, hâlâ çözüm masası söylemlerine sığınmak, gençliği tarihsiz ve şuursuz bırakmak demektir.
Beşparmak Dağları’nın eteklerinde, Kıbrıs Türk halkının destansı direnişini simgeleyen dev bayraklar yer alır. Türkiye Cumhuriyeti bayrağı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağının birlikte çizilmiş hali, geniş bir alana işlenmiş ve gece ışıklandırmasıyla gökyüzünde parlayan bir sembole dönüşmüştür. Güney Kıbrıs’tan rahatlıkla görülebilen bu manzara, yıllardır içlerinde bastıramadıkları korkunun yeniden yüzeye çıkmasına neden olur. Çünkü bu bayrak, bir halkın kararlılığını, bağımsızlık iradesini ve tarihsel direnişini dağlara mühürlemiştir. Onu silmeyi hayal edenlere, geçmişin bedelini göğüslemiş olanlar izin vermez. O siluet, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Mehmetçiklerini, TMT’nin isimsiz kahramanlarını ve nice şehitlerimizin bizlere bıraktığı kutsal emanetin simgesidir.
Türkiye ile olan köklü bağımız, tarih boyunca hiçbir zaman zayıflamadan her an güçlenerek devam etmiştir. Bu bağ, yalnızca coğrafi değil, kültürel ve manevi anlamda da sarsılmazdır. Bu, geçmişten bugüne kadar birlikte verilen mücadelenin ve kader birliğinin doğal bir sonucudur. Türkiye ile aramızdaki bu bağ, sadece siyasi değil, aynı zamanda kalbî bir bağdır ve sonsuza kadar sürecektir.
Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verilecek karar, sadece bir isim tercihi değildir. Çözüm odaklı bir irade gösterilecekse, bunun temelinde halkın tarihiyle yüzleşmiş, millî hassasiyetleri özümsemiş bir bilinç yer almalıdır. Çünkü yarım asırdır çözülemeyen bir sorunu hâlâ “çözüm masası” diye süsleyip sunanlar, gençliği tarihsiz bırakmak isteyenlerdir. Bayraklar indirilmeyecek. Vatan sevgisi sönmeyecek. Çünkü bu topraklarda “vatan andı” verenler hâlâ yaşıyor. Gençlerimize düşen, sadece geçmişi öğrenmek değil; gerektiğinde aynı onurla, aynı kararlılıkla geleceğe sahip çıkmaktır.
Kıbrıs Türk halkı, geçmişte olduğu gibi bugün de özgürlük mücadelesinin onurunu taşır. Kökleri derin, bilinci keskin bir halk olarak, bağımsızlık yolundaki adımlarını her zaman kararlılıkla atmaya devam edecektir. Bayrağımız, sadece bir sembol değil; halkımızın bağımsızlık mücadelesinin, direncinin ve onurunun bir yansımasıdır. Onu korumak, sadece bir görev değil, bu topraklarda can verenlerin hatırasına duyduğumuz saygıdır.
Bayrağı sevmek sadece dalgalanışına bakmak değil, uğruna dik durabilmektir.
Sandığa giderken unutma; “Geçmişine sahip çıkan, geleceğini de korur.”