24 Mart 2012 tarihinde yani tam on üç ay önce yazdığım “Haklı olan değil iyi müzakere edebilen kazanır” başlıklı yazımda şu tespitte bulunmuştum:
“Müzakereler her zaman için bir taktik savaşıdır. Önce gerçek hedefin ne olduğu açık ve kesin bir şekilde saptarsınız. Sonra en kötü olasılık olarak neyi kabul edebileceğinizi açıkça belirlersiniz. Sonra da taktik savaşına girer ve gerçek hedefinizden çok ötede bir noktadan müzakereye başlarsınız. Bu ileride vereceğiniz tavizler verildikten sonra bile hedefinize ulaşmanızı sağlar.
Kıbrıs müzakerelerini izlerken bazen Türk tarafının yaklaşımlarını hayretler içerisinde izliyorum. Kıbrıs Türk tarafı, hem de Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun ağzından, devamlı “bizim çözüme Rumlardan daha çok ihtiyacımız vardır” diyor. Buna Türkiye’den devamlı söylenen “biz Rumlardan her zaman bir adım önde olacağız” söylemini de eklerseniz Rumların müzakerelerde neden devamlı hiç geri adım atmadan dimdik durduğunu anlarsınız. Karşısındaki muhatabı “sonuca benim senden daha çok ihtiyacım var” dediği sürece tabi ki hiç bir esneklik göstermeden öylece bekleyecekler. Çünkü aldıkları mesaj açıkça “beklerseniz daha da tavizler vereceğiz”dir.”
Şu gerçeği teslim etmeliyiz ki Rumlar lider olarak kimi seçerlerse seçsinler Kıbrıs müzakerelerindeki çizgileri bir milimetre bile kaymamaktadır. Değişen lider ve o zamandaki diğer etkenlere göre durum değerlendirmesi gerçekleştirirler, hedeflerine ulaşma stratejisinde gereken rötuşları yaparlar, ama yollarına da devam ederler. Hedefleri Kıbrıslı Türkleri kendilerinin yöneteceği Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bir azınlık olacak şekilde monte etmektir ama dünyaya da “kapsamlı ve sürdürülebilir çözüm” istediklerini tekrarlayıp müzakerelerde de ayak sürümeye de devam ederler.
Şimdi de Rum Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde yeni müzakere başlıklarının açılmasının Maraş’ın BM’ye iadesiyle mümkün olabileceğini söyledi. Yani şu an için bana Maraşı ver, ben de AB katılım sürecindeki vetolarımı şimdilik kaldırayım. Sonra başka bir şey isteyecekler ve bu esas hedeflerine ulaşana kadar sürüp gidecek. Biz bir bir vereceğiz, onlar da bir bir alacaklar. Ne güzel değil mi?
Esas sorun bu gerçekleri bilmemize rağmen Kıbrıs Türk tarafı olarak buna karşı etkili stratejiler üretmekten uzak olmamızdır. Bir de müzakerelere yaklaşımızdaki istikrarsızlık hem bizlerin hem de bizi izleyen dış ülkelerin aklını karıştırmaktadır. Bir gün “hedefimiz federal Kıbrıs”, diğer gün “sabrımız tükendi artık herkes kendi yoluna gitsin”. Bir gün “gevşek federasyon” diğer gün “Annan planı”.Yani gerçekleri söylememiz gerekirse ne istediğimizi bilmiyoruz ve bundan dolayı da devamlı dış güçlerin bizi iteklemesini davet ederek pozisyonumuzu oradan oraya değiştirmek zorunda kalıyoruz.
Aslında ihtiyacımız olan kesin hedefimizin açıkça belirlenmesi ve o hedefe ulaşmak için izlenecek stratejinin de gerçekçi ve uygulanabilir olmasıdır. Ancak buna ulaşabilmemiz şu ana kadar zor olmuştur çünkü siyasi partilerimiz ortak bir hedef üzerinde anlaşmak dursun bu konuyu doğru dürüst tartışabilmekten bile uzaktırlar. Rum tarafında ise tam bir uyum söz konusudur yani ne istediklerini biliyorlar. İşte aramızdaki fark budur…
ABD aktif
Amerika’nın Kıbrıs konusunda epey hareketlendiğini ve yeni şüreçte aktif olacaklarını yazılarımda işlemiştim. Dışişleri Bakanı John Kerry Türkiye’ye gelip gitmeye devam ederken ABD Kıbrıs Büyüklelçisi John Koenig de Rum Dışişleri Bakanını 10 Mayıs’ta ABD’ye gitmesi için davet etti. Buna ek olarak da Downer’in hemen arkasına Anastasiades’i ziyaret etti ve iki yeni parselde yapılması planlanan hidrokarbon araştırmasının şimdilik yapılmamasını istedi.
Yani her ne kadar da Anastasiades ekonomik problemleri işaret ederek Kıbrıs konusu ile ilgilenemeyeceğini söylese de aslında şu anda Kıbrıs konusunda çok büyük bir gizli hareketlilik vardır. Hakkımızda hayırlısı diyelim…