Rumlar istedi, konferans çağırılmayacak ama...

 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon geçtiğimiz Cuma gecesi Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer, Genel Sekreter Yardımcısı Lynn Pascoe ve İrlandalı “yönetim uzmanı” John McGarry ile biraraya geldi ve Kıbrıs müzakerelerinde gelinen son durum hakkında bilgi aldı. Toplantının çok kısa sürmesi dikkat çekti ve bence bu zaten planlamış oldukları raporda pek bir değişikliğe değecek bir gelişme olmadığının teyidi idi.

 

 

Cumartesi öğleden sonra ise BM Genel Sekreteri Rum lider Hristofyas’la ve Cumhurbaşkanı Eroğlu ile telefonla görüştü ve ikisine de çok taraflı konferans çağırısının yapılmayacağını bildirdi. Yani bu konferansı “olmazsa olmaz” şeklinde lanse eden Türk tarafının istediği değil Birleşmiş Milletler tarihinde her zaman olduğu gibi Rum tarafının istediği oldu. Hristofyas kaç aydır avazının çıktığı kadar konferansın toplanmaması gerektiğini söylüyordu. Bağırdı, çağırdı ama sonunda da istediğini BM genel Sekreterine yaptırdı. Hayrettir, Cumhurbaşkanı Eroğlu da bu olayı basına açıklarken hiç bir tepki koymadan sanki de gayet normal bir gelişmeymiş gibi sadece bilgilendirdi.

Aklıma gelmişken bahsetmeden geçemeyeceğim. Cumhurbaşkanı Eroğlu İngilizce bilmiyor. BM Genel Sekreteri ile telefon görüşmesi yapması, arada tercümeler yapılması demektir. Telefon görüşmesinin sadece 10 dakika olduğunu bildiğimize ve bunun ilk birkaç dakikasının “merhaba, nasılsınız Ekselansları,...” türünden diplomatik formalitelerle ve bunların tercümeleriyle geçtiğini varsayarsak, toplam bir-iki dakika ya konuştular ya konuşmadılar. Yani dağın fare doğurması gibi bir şey oldu ama müzakerelerin durumu hakkında henüz herşey açıklığa kavuştu denemez.

Genel Sekreter alması gereken kararlardan birini kısa da olsa açıkladı ama esas “End Game” hamlesinin tüm kapsamının ne olduğu hakkında hiç bir belirti yok. Müzakereler denilen taktik savaşının bu bağlamında Cumhurbaşkanı’nın Özel Temsilcisi Kudret Özersay’ın New York’a yaptığı çıkarmanın önemi açıkça belirginleşiyor. Orada Kıbrıs konusu ile ilgili taraflara yaptığı telkinler ve Kıbrıs Türk tarafının bazı hamleler karşısında yapacağı kararlı duruşların Özersay tarafından bizzat açıklanması oyunun bu safhasında ne olabileceğini de direk olarak etkiliyor. Buna tabi Anavatan Türkiye’nin gerekli taraflara verdiği mesajın önemini de eklememiz gerekir. Çünkü mesajların tonu ve içeriği koordine edilmeli ve Türk tarafının neye katlanabileceği, neyi de açıkça reddedeceği, mesajı alması gereken çevrelere açıkça verilmelidir.

Daha önce yazılarımda işlediğim gibi müzakerelerde haklı olan değil iyi müzakere eden kazanır. Konferans konusunu Rum tarafı kazandı ve davetin yapılmasını önleyebildi.  Peki bizler her konuyu kaybedip sineye mi çekeceğiz yoksa basketbol deyimiyle “full kort press” yapıp bizim için önemli olan konuları kazanmaya mı çalışacağız?

Downer 26 Mayıs Perşembe günü adaya dönecek ve her iki liderle görişüp “prosedürün nasıl devam edeceği” konusunda onları bilgilendirecek. Konferans konusunda verdiği karar bizim için bir yol gösteriyorsa bir olasılık, görüşmelerin dondurulmasını ve 2013 Şubatında Rum tarafında gerçekleşecek başkanlık seçimlerinden sonra devam edilmesini tavsiye edecek. Eğer Genel Sekreterin tutumu bu olursa ve “End Game” söyleminin tamamen bir yalandan ibaret olduğu ortaya çıkarsa Türk tarafı ne yapacak? İşte en önemli konu budur. Bunun yanıtını da geçtiğimiz Mart ayında Ankara’da yapılan KKTC-TC zirvesinde alınan kararlar belirleyecek. Yani, şu herkesin merak ettiği “Plan B”...

Bu haftanın sonuna ulaşırken BM’nin tutumunun ne olduğunu açıkça anlayacağız. Türk tarafının izleyeceği yolun ne olduğunu da akabinde öğrenip değerlendirme fırsatı bulacağız. Umarım “bekle-gör” siyasetinin artık bir kazanç sağlamadığını öğrenmiş ve kararlı, etkin, sonuç getirici cesur fikirler üretip uygulayabilecek olgunluğu artık gösterebiliriz.

{ "vars": { "account": "G-2P5695J8JB" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }