Petrolünüz size kalsın...

Her toplumun, sarsılmaz inançların ve yaygın fikirlerin tersini söyleyen; dışlanmayı göze alarak konuşan “aykırı” isimlere ihtiyacı vardır. Bunlar, bütün fikir iklimini dönüştürecek kadar büyük bir güce sahip olmasalar da, toplumsal zihniyetin bir yerinde soru işaretleri yaratmakla bile, önemli bir iş yapmış olurlar.

Uzunca bir süredir Güney Kıbrıs’ın en dikkat çekici “aykırı” sesi, siyasetçi Nikos Rolandis... Rolandis’i öteki Rum siyasetçilerden farklı kılan şey, ısrarla, çözümün tek toplumu ihya edecek bir formüle yaslanamayacağını vurguluyor olması...

Nitekim son açıklamasında petrolden elde edilecek kârın, yüzde 20-25’lik diliminin Kıbrıslı Türkler’e bırakılmasını önerdi. Öneri, savaş baltalarının çekildiği bir dönemde oldukça “naif” görünebilir. Fakat son derece insani...

Rolandis’in açıklamasında öne çıkan kârı paylaşma önerisi oldu. Ama satır aralarında sıkışan çok daha mühim bir saptaması var. Birkaç cümlelik ama son derece derinlikli ve kapsayıcı bir saptama...

İşte Rolandis’in, Güney’deki hakim zihniyetin tarihsel ve güncel karakterini tanımladığı müthiş özet:

“Bazıları, petrolü çıkartalım ve sonra Kıbrıslı Türklere bağıralım, onları ezelim ve çözüm bulalım diyor. Sorunlar bu şekilde çözülmez. 1960’lı yıllarda Makarios da aynı zihniyetteydi. Türkleri ceplere koyun, kendi yağlarıyla kavrulsunlar ve gelip kabul etsinler demişti. Kabul etmediler... Maalesef tarihten ders almıyoruz.”

Rolandis’in işaret ettiği “Kıbrıslı Türkleri sindirerek yola getirme stratejisi” keşke sadece Rum yönetimine mal edilebilseydi. Bu yaklaşım ne yazık ki toplumsal düzeyde kabul gören, bir tür ortak strateji...

Savaş sadece bir toplumu derinden sarsmadı... Ağıtlar tek dilde yakılmadı... Kıbrıs sorunu denilen şey ise, yalnızca malını kaybetmiş Rumlar’ın acısından ibaret değil. Geçmişte olup bitenler Kıbrıslı Türkler’in “arsızlığı” yüzünden yaşanmadı.

Oysa Güney, acısını, eskiden beri dışlayıcı bir şekilde yaşamayı tercih ediyor. Sanki “tek suçlu” ve “tek mazlum” varmış gibi davranıyor.

Kabul edelim ki Türk toplumunun gösterdiği empatiyi Rumlar gösteremedi.

Rumlar’ın Annan Planı’na “hayır” demesi hiçbir şeyi açıklamaz. Referandumdaki ne “evet” ne de “hayır” bir toplumu “barışçı” ya da “barış karşıtı” ilan etmeye yeter. Fakat şurası çok açık; “barışçılık”, karşı tarafı sürekli olarak duygu çemberinin dışında tutan bir sosyolojik ortamda asla yaşayamaz.

“Çözüm”; kendi acısını yatıştırmak için, Rolandis’in deyişiyle başkasını ezmeye yeltenen bir kesimin içtenlikli arzusu sayılamaz. “Kıbrıslı Türklere bağıralım, onları ezelim ve çözümü bulalım...” diyerek aranan şey; barışı değil olsa olsa tahakkümdür.

Önemli olan petrolü değil, acıyı, tarihi sorumluluğu ve gelecek perspektifini paylaşmak...

Diz dize vererek, kahve kokusu eşliğinde, acı acı dertleşmeden ve günah çıkarmadan nasıl dost kalınabilir ki?

Petrol rezervi 30 yıllıkmış... Acı kahvenin hatırı bile daha fazla...

{ "vars": { "account": "G-2P5695J8JB" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }