Önce basiti başaralım

Bugün sabah çok erken kalktım, çabucak hazırlanıp çocuklar uyanmadan evden çıktım. Güne erken başlamayı severim ama bu benim için de çok erkendi. Gayet mutlu bir şekilde arabamla sokağımızdan çıkar çıkmaz pat diye tekerlek bir çukura düştü. Her gün yaşadığımız çile olmasına rağmen sabah sabah çukurlar arasında manevra yaparak gitmek biraz canımı sıkmıştı. Yol aslında savaştan çıkmış bir durumda ama belediye yıllardır dokunmamış. Kendi kendime “nasıl olur da böyle kayıtsız kalınır” diye homurdandım...

Arabayı Girne’nin doğusuna doğru sürdüm. Gün doğarken Girne-Değirmenlik yolunda dağı hiç geçtiniz mi bilmiyorum ama kıvrıla kıvrıla dağa tırmanırken ortaya çıkan görüntü kelimelerle anlatılmaz güzelliktedir. Tam da çukurlara düşmekten dolayı olan can sıkkınlığım geçecekti derken dağın güney yamacına geçtim ve ağır kamyonlar tarafından çöken yoldan dolayı sanki de sürülmemiş bir tarlada gider gibi hem söylenerek hem de yolun azizliğine uğrayıp KKTC trafik kazalrı istatistiğine katkıda bulunmamak için pür dikkat dağdan indim. Yine kendime “nasıl olur da böyle kayıtsız kalınır” diye homurdandım...

Hiç bu kadarla biter mi? Turizimim “lokomotif sektör” dendiği ülkede eşşiz güzellikteki Beşparmak dağlarının oyulduğu bölgeye geldim. Ya sabır... Sabah sabah hem de gayet mutlu uyanmışım ama sanki de ülke yönetimi yerel yönetimiyle olsun, devlet kardolarıyla olsun bu sabah beni ille de çileden çıkarmak için elbirliği yapmış. “sen yine de keyfini bozma” diye kendi kendime telkin yaptım ama yine de “nasıl olur da böyle kayıtsız kalınır” diye de homurdanmaktan kendimi alamadım...

Bu satırları yazarken uçaktayım ve ülkeme şöyle bir yüksekten bakıp güzelliğine tekrar aşık oldum desem yalan olmaz. Yemyeşil ovalara, inanılmaz güzellikteki dağlara bakarken uyanmaya çalışan Lefkoşa gözüme ilişiyor. Yukarlardan ne de sessiz sakin görünüyor…
O da ne? Bu kadar güzelliklerin ortasındayken az önce yanından geçtiğim o ucubeleşmiş dağın taş taş sökülüp yıkıldığı taş ocağının çirkin manzarasının üzerinden geçtik. O kadar güzel duygular içerisindeyken ansızın dağların oyulup yokedildiklerini yüksekten görmek beni “neden biz kendi kendimize sorunlar yaratmakta ustayız?” diye düşündürdü. Ben bile haykıracak duruma gelmişsem acaba böyle şeyler karşısında bir turist ya da yabancı yatırımcı nasıl bir düşünceye kapılır? İnsan herhalde tüm ülke elele vermiş turizim lokomotifini başka ülkeye göndermek istiyorlar diye garipsiyor...

Ben genelleme yapmaktan hiç hoşlanmam çünkü genelleme yaparken iyiler de kötülerin yanında haksızlığa uğruyor.  İyi çalışan bakanlarımız, bürokratlarımız ve belediyelerimiz yok mu? Vardır tabi ama eğri oturup doğru konuşacaksak ülkemizde turizim için olmazsa olmaz olan çevremizi koruduğumuzu iddia edemeyiz. Etraf çöp doluyken, yollarımız çukurlarla doluyken, Girne’den Ercan havaalanına giden ana yolumuz çökmüşken, ülkemizin tek sıradağı olan Beşparmak delik deşik edilip parça parça yok edilirken lütfen kimse artık lokomoyif sektör olduğu iddia edilen turizimden bahsetmesin. Belediyeler ise yollarımızı yapamadan, her mahalleyi doğru dürüst aydınlatamadan, yerleşim yerlerimizi çöplerden arındırmadan, kullanılabilecek su veremeden lütfen kültür merkezleri, amfitiyatrolar, yeni belediye binaları yapmaktan bahsetmesinler. Önce en basit olanı başaralım, sonra daha çağdaş şeylere yöneliriz. Yollar delik deşikken bunu düzeltemeyen belediyenin başkanı şenliklerden amfitiyatro yapımından bahsetmemeli.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine uçaktan bir bakmak ne kadar güzel bir coğrafyaya sahip olduğumuzu anlamaya yeter. Peki onu korumaya ve en basit yaşam servislerini (yol, temizlik, vs.) halkımıza ulaştırmaya bakalım. Gerisi varsın ondan sonra gelsin…
 

{ "vars": { "account": "G-2P5695J8JB" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }