Elden gelen bu kadar!… Ülke böyle… “This is KKTC” derler İngilizce!
Sistem bu… Yağmur yağacak, dereler gelecek, her yan sular altında kalacak. Çöpler, hastalıklar, lağım kokusu, kanalizasyon üstümüzden geçecek…
Ertesi gün hava açacak. Sular çekilecek. Güneş açacak. E günlerden da Cumartesi ve sonrasında Pazar… Ya balığa gidilecek, ya pikniğe ya da Rum tarafına…
Hayat devam edecek…
Değiştirmek mi?
Neyi değiştirmek?
Hükümeti mi?
Hükümetin başını mı?
Ne fark etti ki! Değiştirseniz ne olacak, değiştirmeseniz ne olacak? En azından şimdiki hükümet, Türkiye’den maaşları zamanında alıyor da memur memurin takımı sürünmüyor! Ersin Tatar bakanımız streslere girmiyor! 20’sinde “tak” yatıyor maaşlar Türkiye’den. Derviş Eroğlu başbakanken hatırlayalım; öyle değildi… Belli ki Türkiye’deki hükümet, Türkiye’deki hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan, şimdiki hükümetimizi bayağı seviyor, destekliyor bakın halı saha açılışına, bakan bile gönderiyor… Halı saha açılışına başka ülkeden bakan geliyor!
Almanya’nın Gööttingen Bullez Bhadadhezz eyaletinde bir halı saha yapılmış! Fransa’dan açılışa bakan gelmiş! Yok yok bizim ilişkimiz başka! Bizim, ulusal futbol takımımıza, Türkiye’nin bir ilçesinin belediyesi sponsor oluyor da kimsenin gologasında değil!
Halı saha açılışına dünyanın hangi ülkesinde bakanlar kurulu “kabinece ve kabilece” katılır? Halı saha be baba!
Neyse!
Gelir bir büyüğümüz – hoş geldi sefalar getirdi ayrı mesele - Anavatan’dan!
Nasihat nasihat nasihat! Ki resmen aşağılama var bu nasihatlerin içinde!
Dinler bizimkiler sıralanmış mavrobullolar gibi… Ma-kabine ve ma-kabile, yüzlerde yapmacık ve aşırı yağlanmış bir gülümseme… Eller alkışlamaktan ağrı içinde…
Oh oh oh!
Hava da açtı ne güzel!
Hem güneşli hem serincik!
Hade pikniğe… Şeftali da saralım! İki et iki yağcık, şişleri dizelim… Golyandro da haaaa! Taze soğancık! Pideler, kömür tamam! Aman guzzum da bizim kasap “hijyenik” standart muhteşem pastırma yapmış! Gelsin gitsin whiskyler! Kebap – whisky! Fenerbahçe – Galatasaray maçı! Başbakan şut gol! Bir de geğirik! Sonra uyku!
Lefkoşa’da belediye işçileri aç mı dediniz?
Hani nerede?
Kimin umurunda?
Kıbrıs sorunu da çözülmüyor! Neden mi? Cumhurbaşkanı’nı dinlemediniz mi? “Rumlar istemiyor da ondan!”… Doğru değil bu ama doğru olmadığını yazmanın da anlamı kalmadı!
Ayrıyeten ve de velakin; şu bir gerçektir ki, ben Rum olsaydım, asla anlaşmazdım Türk tarafıyla! Neden anlaşayım ki? Kardeşim; maddi sıkıntı çeksem de ben bir “dünya markası”… Neden fifty fifty gideyim ki barakadan tahtaravalliyle? Kuzeyde kalmış mallarını mı istiyorlar? Maraş’ı, Omorfo’yu, Digomo, Kytrea, Trikomo’yu mu? Akathu’yu mu? Yerolakko ve Pendaya’yı unutma! Ve Lapta – Karava… Hemen kızmayın canım… Karpaz, Rizo’suyla, Yalusa’sıyla tabii ki!
Her ne kadar biz o malların üzerine evler yapıp, İngilizlere satıp, sonra ipotekle ve de yüzde 150’leri aşkın Sterlin faizleriyle geri kapıp, yan gelip yatıyor olsak da; mal onların malı… Dünyanın sonu gelene kadar da öyle kalacak… Varsın kalsın; varsın ekmesinler, biçmesinler, içinde oturmasınlar… Uzaktan ya da yakından izlesinler; arada bir kumara da gelsinler; gitsinler!
Lefkoşa’da salgın hastalık tehlikesi mi demiştiniz?
Hastaneyi yine mi sular basmış?
Nasıl nasıl! Sadece su değil, lağım da mı akıyor hastaneden?
Belediye emekçileri aç mı kalmış?
Lefkoşa çöp içinde miymiş?
Lefkoşa çamura mı batmış?
Amaaaaan, derdi belli ki kimseyi tutmamış! Beni neden tutsun? Koptuğu yerde de kalsın!