Kıbrıs’ta bütün taşlar yerinden oynadı. Sadece Kıbrıs’da değil AB içinde de bu sarsıntı ciddi olarak hissedilecek. Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın yaklaşımı bu kez ne dil sürçmesi, ne de konjonktürel günübirlik bir yaklaşım. Görünen o ki, Kıbrıs konusunda bir uzlaşı sağlanamazsa esas kabak AB’nin başında patlayacak... Erdoğan kesinlikle çözümlenmemiş bir Kıbrıs sorunu eşliğinde Güney Kıbrıs Dönem Başkanlığı’nı kabul etmeyecek. Bu söylemler Türkiye’nin AB ile ilişkileri dondurmakta kararlı olduğunu ortaya koyuyor.
Böylesi bir durumda kesinlikle AB ilk kez Kıbrıs meselesini, kendi iç meselesi olarak belki de en şiddetli bir şekilde, olumsuzluklar eşliğinde hissedecek.
Öte yandan Erdoğan’ın söylem zamanlaması da tamı tamına ince ayarlarla yapıldı…. Güney Kıbrıs neredeyse sosyal bir patlamanın eşiğinde… Yunanistan ise iflasına ramak kala durumunu düzeltmeye çabalıyor… Yani karşı tarafın durumu tam bir çıkmazın eşiğinde… Bu tarzın, onlarca yıl “ayak sürüyen” tarafı zora sokacağı aşikar…
Bu arada Erdoğan’ın çıkışı esas devam eden görüşme masasının gidişatında inanılmaz değişikliklere neden olacak. Şimdiye kadar Annan Planı ekseninde devam edildiği iddia edilen görüşmeler sürecinde, değil eksen kayması, olayın belki tümüyle kimyası değişebilecek. Maraş’ın, Güzelyurt’un ve de Karpaz’ın verilmeyeceğini, pazarlık konusu edilmeyeceğini söyleyerek Erdoğan bir yerde tüm taraflara meydan okumuş oldu. Bence top artık Rum Tarafı ve Yunanistan’da… Bu yaklaşıma ister kafa tutar, başlarındaki sıkıntılara yeni sıkıntılar eklerler, ya da isterlerse sağduyuyla ortak bir noktada buluşabilmenin yolunu açarlar… Pazarlıklarda her seferinde marjı kendi lehlerine iyice açmaya çaba gösteren Rum Tarafı şimdi topu uygun bir vuruşla bizim tarafa atmaya çalışacak.
Güney’in sağduyuyla, Türk tarafıyla paylaşımcı bir yaklaşımı hiçbir zaman sergilemediği, en azından son yarım asırlık icraatlarıyla aslında apaçık ortada. Ancak madalyonun bir de bizim tarafındaki kısmını da iyi okumak lazım. Böylesi bir fırsatı, yani Erdoğan’ın yarattığı bu dönüm noktasını sağduyulu bir şekilde peki biz alabilecek miyiz! Bİrşeylerin kimyası değişiyor da, kendi içimizde “kimyası hiçbir zaman uyuşmamış” olanların yaklaşımlarını bertaraf edip, ortak hedefe kilitlenebilecek,ve son deparımızı atabilecek miyiz?
Bütün mesele bence bu! Türkiye’nin tam desteğiyle bu büyük fırsat, içimizdeki ayrıştırmaya prim verenlerle, didişmelerle, kişisel çıkar avgalarıyla, meselenin özünü kaçıranlarla bir kez daha kaçırılacak mı!...
Bu nedenle tek yapmamız gereken, ortak bir zemine basarak, ortak bir hedefe bakabilmeyi becermek. Emin olun gerisi bir kaba konulan “yağ ile su” kimyasında olduğu gibi kolayca ayrılabilecek…