Oğuzhan Hasipoğlu, Kathimerini gazetesinde yayınlanan röportajında, Kıbrıs Türk tarafı olarak , Rum tarafının adanın yönetimi ile zenginliğini paylaşmayacağı tespitini yaptıklarını; bu nedenle adadaki mevcut gerçekler ve haklar üzerinden hareket ederek iki egemen eşit devlet modeli ile masaya geleceklerini, dolayısıyla artık federasyon modelini ele almaktan vazgeçtiklerini" kaydetti. Hasipoğlu bir soru üzerine de, “ Cenevre’de çözüm modelleri dışında güvenlik, toprak, mülkiyet gibi başlıkların masaya konulmasının söz konusu olmadığını” açıkladı. UBP Genel Sekreteri Oğuzhan Hasipoğlu, bir soru üzerine de “sınır kapılarının açılmasını desteklediklerini” belirtti ve “bu yöndeki görüşmelerin devam ettiğini” kaydetti. Hasipoğlu, hellimin coğrafi tescili konusundaki bir soruya yanıt verirken de, “Kuzey’deki firmaların, sağlık sertifikalarının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Tarım Bakanlığı tarafından kontrol edilmesi ve bu ürünün, ilgili bakanlığın onayıyla Yeşil Hat statüsü temelinde ihraç edilmesi, siyasi açıdan kabul edemeyeceğimiz bir gelişmedir. Aynı zamanda, bu formül, teknik olarak da uygulanabilir değildir. Güney’in Tarım Bakanlığı, firmaları, Kuzey’deki sistemi nasıl bilebilir?” dedi. Kathimerini gazetesinin UBP Genel Sekreteri’ne yönelttiği sorular ve yanıtları şöyledir: Soru: Gayrı resmi konferansa az bir süre kala Kıbrıs Türk liderliğinin çözüme bakış açısı nedir, hangi konular meşgul ediyor? Hasipoğlu: Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs Rum tarafının, kurulacak olan olası ortalıkta ortak yönetimin ve adanın etrafındaki zenginliğin paylaşılmasıyla ilgili bir sorunu olduğuna inanıyor. İşbu sorunun olması nedeniyle, paylaşıma dayalı federal modelin artık işleyemeyeceğine inanıyoruz. Annan Planı’nın reddedilmesinin ardından BM Genel Sekreteri, Kıbrıslı Rumların yönetimi ve adanın zenginliğini paylaşmaya hazır olmadıkları sonucuna varmıştı. Bizim tespitimiz Rum tarafının bu anlayışında değişiklik olmadığı yönündedir. Bu tespitten hareketle paylaşım esasına dayalı Federasyon modeli ve mevcut parametre sürecinin sona erdiğine inanıyoruz. 1977-1979 Doruk anlaşmalarıyla temelleri atılan ve sonrasında yaklaşık 40 yıldır bir sonuca varamadan federasyon görüştük. Artık her iki taraf adadaki mevcut iki devlet gerçeği anlaması gerekir. Bu sonuç temelinde, yıllarca görüşüp de bir sonuç elde edemediğimiz parametreler yerine, yeni bir çözüm modeli sunmamız gerekir. Soru: Cenevre’de çözüm modelleri dışında güvenlik, toprak ve mülkiyetle ilgili gelişmeler perde önüne gelecek mi? Kıbrıs Türk tarafının bu konularla ilgili tutumu nasıldır? Hasipoğlu: Cenevre’de önceki dönemde görüşülen başlıkların masaya konulması söz konusu değildir. Konferansın ana konusu şu olacak: Çözüm için ortak vizyon var mıdır? Her iki tarafın da kafasındaki gerçek çözüm modellerini ortaya koyup, tartışmak istiyoruz. Aynı zamanda, Kıbrıs Rum tarafının çözüme ilişkin gerçek, samimi düşünceleri hakkında bilgilenmek istiyoruz. Bundan böyle sırf müzakere etmek için müzakere masası kurulmamalı. BM Genel Sekreterinin de davetinde ifade ettiği gibi, “bu sefer farklı olmalıdır”. Kalıpların dışında (thinking out of box) düşünmemiz gerekir. Önceden denenmiş çözüm modeli ve parametrelerinde ısrar etmemiz durumunda, muhtemelen aynı hataları yapmaya devam edeceğiz. Bu nedenle, Kıbrıs Türk tarafı, müzakereye yaratıcı ve esnek bir tutumu muhafaza ederek gidiyor. Aynı şeyi, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminden de bekliyoruz. Yaşayabilir ve kalıcı bir çözümü nasıl bulabileceğimize yoğunlaşmalıyız. Soru: Geçtiğimiz günlerde barikatların yeniden açılmasına ilişkin iki tarafın olası bir anlaşmasıyla ilgili bir haber perde önüne geldi. Bu konuyla ilgili sizin görüşünüz nedir? Hasipoğlu: Şüphesiz, Güven Artırıcı Önlemler önemlidir. (Mevcut dönemde) bu yönde adımların atılması önemlidir. Kapılar (barikatlar),iki toplumun iletişimi açısından oldukça önemlidir. Ne yazık ki, pandemi, halkları birbirinden uzak tutuyor. Kıbrıs Türk tarafı, ilgili komitenin gerek kapılar gerekse de sağlıkla ilgili çalışmalarına devam etmesini istiyor. Pandemi koşulları el verir vermez kapıların yeniden açılmasını destekliyoruz. İki liderin temsilcileri, bu konuyu görüşmeye devam ediyorlar. Soru: Her iki tarafın korona aşılarına ilişkin işbirliğine nasıl yaklaşıyorsunuz? İki taraf bu işbirliğinin derinleşmesi için hangi adımları atabilirler? Hasipoğlu: Pandemi bize, iki toplumun aynı gemide olduğunu gösterdi.(Pandeminin üstesinden gelmek için) işbirliği yapmamız gerekir. AB’nin gönderdiği aşıların (iki toplum arasında) adil bir şekilde ve adil bir oranda paylaştırılmasını bekliyoruz. Bu konuda, komşumuzun (Kıbrıs Rum tarafının) adil bir tutum sergilemesini bekliyoruz. Eğer 200.000 aşı gelip de sadece 20.000 aşı bize ulaştırılıyorsa, burada bir sorun var demektir. Soru: Hellim konusundaki son gelişmelere ilişkin görüşünüz nedir? Hasipoğlu: Hellimle ilgili gelişmeler, Güven Artırıcı Önlemler açısından önemlidir. Adanın ortak bir ürünü vardır. Hellim ve Halloumi isimleriyle çoğrafi tescili gerçekleşmiştir. Hellimin coğrafi tesciline önemli bir gelişme olarak yaklaşıyoruz. Önemlidir, çünkü diğer ülkelerin yaratabileceği haksız rekabete son veriyor ve bu ürünü koruma altına alıyor. Bu korumadan her iki tarafın üretici ve ihracatçılarının eşit şekilde menfaat elde etmesi gerekmektedir. Ancak, bir tarafın ürünün tesciline dayanarak yetkilerini ihlal etmemesi gerektiğine inanıyorum. Kuzey’deki firmaların, sağlık sertifikalarının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Tarım Bakanlığı tarafından kontrol edilmesi ve bu ürünün, ilgili bakanlığın onayıyla Yeşil Hat statüsü temelinde ihraç edilmesi, siyasi açıdan kabul edemeyeceğimiz bir gelişmedir. Aynı zamanda, bu formül, teknik olarak da uygulanabilir değildir. Güney’in Tarım Bakanlığı, firmaları, Kuzey’deki sistemi nasıl bilebilir? Tüm meselede önemli olan, Avrupa düzeyiyle (örneğin sağlık kriterlerine) uyumumuzdur. Güney Kıbrıs’ın (örneğin Tarım Bakanlığını) Kuzey’deki otoritesini kabul etmemiz söz konusu değildir. Bu durumda, yetki ihlali sorunuyla karşı karşıya kalacağız. Güven inşa etme girişiminde bulunurken, yeni sorunlar yaratmayalım. Bu nedenle her iki tarafta kontrolü yapacak firmanın ortaklaşa (iki liderlik tarafından) atanması konusunda (anlaşmaya varmasını) bekliyoruz. Tıpkı hellim tescilinde olduğu gibi. İşbirliği yapacaksak, adımların her iki tarafın da onayıyla atılması gerekir. Bu, petrol ve doğal gaz ve aynı zamanda diğer konularla da aynı mantıkta olmalıdır. Bu ada üzerinde Rum tarafı ne kadar egemen ise, biz de o kadar egemeniz. Aksi takdirde, bir tarafın diğer tarafa dayatacağı bir durumla karşı karşıya kalacağız ve bu anlayışta bizi işbirliğinden uzaklaştıracaktır. Rum tarafı, her atacağı adımda, bu adımın bir gün KKTC’nin tanınacağı anlamına geleceği endişesiyle siyasetini belirlememelidir.