Farkında mısınız? Çoğumuz kendini yüceltirken, çevresini ve toplumu nasıl da harcıyor? Bizim kişiliğimiz, eğitimimiz, kariyerimiz kusursuz ama bizden başka herkes karaktersiz, çapsız, yetersiz…
Kimsenin gözümüzde itibarı yok. Hele meslekler ve uzmanlıklar hepten boş... Dünyanın en prestijli işleri bizde alay konusu.
Mesela yargıçlık… “O eskidendi canım… Şimdilerde avukatlıkta dikiş tutturamayanlar mecburen yargıç oluyorlar...”
Doktorluk… “Bunların kendilerini geliştirdikleri falan yok. Çoğu paragöz. Temkinli olmak lazım; canınızdan ederler maazallah!”
Akademisyenlik… “Siz bizdekilere akademisyen mi diyorsunuz? Bunları başka ülkede öğrenci bile yapmazlar. Zaten üniversitelerimiz üniversite mi ki akademisyenimiz akademisyen olsun.”
Öğretmenlik… “Hepsi özel ders avcısı. Okulda bir şey öğrettikleri yok. Ne aldıkları eğitimde iş var ne de verdikleri…”
İşin tuhafı, Kıbrıs’ta yaşayanları kim olduklarına bakmadan itibar açısından anında infaz ederken, benzer meslekleri yurt dışında icra eden Kıbrıslılar’a acayip hayranız.
Doktoru, hukukçusu, bilim insanı hiç fark etmiyor. Birisi yurt dışındaysa “iyidir”; yurt içindeyse “kötü...” Bu hastalıklı bakış, toplumsal özgüven duygusunu yerle bir etmiş durumda. Tahribat, Kıbrıs dışından gelen salvolarla daha da artıyor.
Kıbrıs, özellikle son yıllarda Türkiye’den bakanların sürekli kusur bulduğu bir yere dönüştü. Politikacısı, bürokratı, gazetecisi, sanatçısı, vatandaşı bir vesileyle kızgınlık, eleştiri ya da sitem dile getirmeyi alışkanlık haline getirdi. Daha iki gün evvel yardımcı aktörün biri “Kıbrıslılar’ı hazıra alıştırmışız” diyerek fırça çekmedi mi? Üstelik burası yeşil de değilmiş. Olur muymuş hiç öyle şey?
Aslında Türkiye’nin kendisi, Batı’ya karşı öfkeli görünen ama içten içe Batı’ya hayranlık duymaktan kendini alıkoyamayan; oryantalist bakışın tesirinde kalmış bir yerdir. Dolayısıyla sokakta Batı’ya karşı örtük bir güçsüzlük duygusu egemendir.
Ama mevzubahis Batı değilse cesaret artar, özgüven kabarır. Hele laf Kıbrıs’a gelince frenler tümden boşalır. Hor görmek, azarlamak, tavsiyede bulunmak, emir vermek, ıslah raporu yazmak tamamen serbest hale gelir.
Türkiye’nin işlediği “sizden bir halt olmaz” teması ile bizim ilmek ilmek ördüğümüz “bizden bir halt olmaz” duygusu burayı bitirecek. Sonumuzu işte bu “iç ve dış mihrak” ittifakı getirecek.
Dışarıdan “arıza” olarak görülen bir yerde yaşamak başlı başına dert. Ama en büyük kötülüğü biz kendimize yapıyoruz. Kendi kendini bu kadar itibarsızlaştıran ve özgüvenini böylesine yere seren hangi toplum ayakta kalabilir?
İftihar edeceğimiz bir düzenimiz yok. Kişiliklerimizi yumuşatan ya da mesleklerimizin önünü açan bir yerde de yaşamıyoruz. Ama lanetlenmiş de değiliz…
İhtiyacımız belli: Yeni bir düzen ve özgüven… Bir de havaalanından otele giderken, bir toplum hakkında ahkâm kesmeye yetecek kadar izlenim edindiğini sanan “feylesoflara” kulak asmamak…