Felaketler çoğu zaman düşmanlıkların ertelenmesine yol açar. Ama yaralar sarıldıktan sonra ilişkiler genelde eskiye döner.
Güney Kıbrıs’taki patlama faciasından sonra kuzeyin geliştirdiği tavır, uzunca bir zamandır laf atışmasıyla ve itiş kakış içinde seyreden ilişkilere soluk aldırtacak cinstendi. Fakat bunun geçici bir durum olduğunu kestirmek zor değil. Yine de üzüntü beyanı ve yardım teklifi iyi oldu.
İki toplum bugüne kadar felaket anlarında yardımlaşmayı beceremedi. Ne Beşparmak yangınında ne de kuş gribi salgınında birlikte hareket edildi. Şu son olayda da yardım teklifi nazikçe geri çevrildi.
Yardımlaşmayı önleyen şey iki toplum arasındaki baki sorunun niteliğiyle ilgili… Kıbrıslı Rumlar, adadaki gerçek ve tek devlete sahip olduklarını iddia ediyorlar. Türklerse kendilerine ait bir devletin varlığında ısrarcı…
İşte her yardım önerisinde karşı tarafı ürküten şey bu… Rumlar Türklerden yardım almaları halinde, KKTC’den yardım almış sayılmaktan korkuyorlar. Türklerin endişesiyse, kendi başının çaresine bakmaktan aciz, sahte bir devlete sahip olduklarının düşünülmesi…
Karşı tarafa yardım eli uzatılmasında, masumane insani duyguların yanı sıra, kendi tezini kabul ettirme hinliğinin de rolü olduğu muhakkak.
Rumlar Beşparmak yangınına, “işgal altındaki ormanlarımı yakıp kül ettiniz... Siz şimdi yangını da söndüremezsiniz... Çekilin aradan ben hallederim” tarzında yaklaşmıştı. Bizimkilerin “isterseniz elektrik de verebiliriz” teklifinin, “bak gördünüz mü, işte biz bu kadar devletiz” şeklindeki gizli manasını görmek de zor değil.
Gerçek olan şu ki felaketler Kıbrıs’a kalıcı dostluk getirmeyecek. İki toplum kendi toprağında ve kendi yönetselliğine tabi olarak öyle ya da böyle hayatını sürdürüyor.
Yaşam alanları ve ekonomik aktiviteler bu kadar keskin biçimde ayrılmışken, geçici insani parlamalardan medet ummak hayal.
İki toplumun geçmişte birlikte hareket ettiği ilginç olaylar var. Tarih kitaplarında not edilen en çarpıcı birliktelikler, hiç kuşkusuz ağır vergilerden bunalan Türk ve Rum köylülerin, Osmanlı yönetimi ile Rum kilisesine karşı giriştiği isyanlar…
Kilise bir pay karşılığında Osmanlı adına vergi topluyordu. Köylülerse bu büyük ittifaka karşı tek vücut olarak başkaldırıyorlardı. 17’nci yüzyıldan 19’uncu yüzyılın başlarına dek bu şekilde gerçekleşmiş sayısız ayaklanma var.
Tarihte birlikte hareket edebilen iki halkın bugünkü mesafeli ilişkisi hiç kuşkusuz zaman içinde oluşan yeni ekonomik ve siyasal koşulların bir sonucu…
Ekonomisi tamamen ayrılmış iki toplumdan tek bir devlet çıkarmak neredeyse imkânsız. Dahası, böyle iki halkı ortak bir duygu dünyasında buluşturmanın olanaksızlığı… Tasası ve sevinci ayrı olanlar nasıl beraber yaşasınlar?
Yıllardır Kıbrıs’ta çözüm dizayn etmeye çalışan “mühendisler”in atladığı nokta hep bu oldu… Ayrı ekonomilerden aynı duygunun yeşermesini beklediler. Sonuç ortada…
Herkesin felaketi kendine…