Bu sözler Rumların her el attığı konuda başarısız olan liderleri Hristofyas’a ait. Bizler Lefkoşa’da çöplerin toplanmasını ve UBP kurultayından Başbakan Küçük’ün mü yoksa Sağlık Bakanı Kaşif’in mi Başbakan olarak çıkacağını bekleyeduralım çözümden çok uzak olmasına rağmen Kıbrıs sorunu karşımızda hala daha durmaktadır. Cumhurbaşkanı Eroğlu Mehmetçik Üzüm Festivaline kendinin katılımının artık gelenksel bir şey haline geldiğini söylediği anlarda Rum lideri Hristofyas da Başımıza bu sorunları esas açan kara papaz Makarios’un mezarı başında ona bağlılık yeminini tazeliyordu.
Hani su uyur düşman uyumaz derler ya, bu deyim tam da Rumlar için geçerli. Türklerden nefret eden Dışişleri Bakanları Markulli hem İsrail’i hem de Filistinlileri idare etmek için çantası elinde gezmekte, dinleyen bulduğunda da zehirini kusmaktadır. Markulli’nin ağzından Türklerle ilgili çıkan hiçbir söylemde gerçek payı boşuna aramayınız çünkü bulamazsınız. Kadın tam bir “kreatif düşünce merkezi”.
Kıbrıs’ta olan Markulli’nin patronu Hristofyas da Makrios’u anma töreninde Kıbrıs konusuna değinip bu sorunun çözümü için Makarios’un yaptıklarını ve onun izinden gittiğini vurgulamıştır. Enosis fikrinin tarihi lideri Makarios değil midir? EOKA’nın da gerçek lideri, kurulmasından ve Akritas planının ortaya çıkarılmasından bizzat sorumlu Makarios değil midir? Karışık yaşadığımız günlerde Türklerden mal alan Rumlar’ın çocukları kilise tarafından vaftiz edilmeyecektir emrini çıkarıp uygulayan kilisenin Başpiskopos’u da Makarios değil miydi?
2. Cumhurbaşkanı Talat’ın bize her fırsatta “ben Cumhurbaşkanı kalsaydım bu işi Hristofyas’la çözerdik” tezi de Hristofyas’ın bu söylemleriyle çelişkide değil midir? Artık Sayın Talat da kabul etmelidir ki Hristofyas seçime girmeyecek olmasına rağmen katı, uzlaşmaz ve kesin Türk karşıtı tutumundan vaz geçmediğine göre bizimle bir anlaşmaya katkı koyacak Rum lider yoktur ve olmayacaktır da. Olsa olsa Makarios’tan başlayarak gelen stratejinin Hristofyas gibi devamını savunan birileri olacaktır. Zaten Rum halkı başka türlü düşünen birini seçmez. Bu da Rum halkının ne istediğini açıkça anlatmıyor mu?
Gelelim Hristofyas’ın şark kurnazlığına. Rumlar kendilerini “medeni Avrupalı” Türkleri de “Asyalı barbarlar” kabul ederler ve her fırsatta bunu üçüncü ülkelere de defalarca bıkmadan usanmadan ballandıra ballandıra anlatırlar. Bunu ben bizzat defalarca yaşadım ve üniversiteden başlayarak KKTC Fahri Konsolos’u olarak resmi ortamlarda bile şahit olduğumdan dolayı bir gerçektir diyorum. Bunun aksini iddia etmek gerçeklerden ütopik ideolojilerden dolayı kaçmaktır. Bakın üç ayrı gün, üç ayrı yerde Hristofyas neler söylemiş:
26 Temmuz 2012. Girne kökenlilerin örgüt başkanları ve “belediye temsilcilerinden” oluşan bir heyeti kabulü sırasında Hristofyas “Kıbrıs sorunu, ilkeleri savunduğumuz için çözülmedi” buyurmuş. Neymiş bu “ilkeler”? Tüm Rum göçmenlerin geri dönmeleri. Türk askerinin adadan kesin çıkması. Türkiye’nin 1960 Anlaşmasından gelen garantisinin kalkması. Tüm Türkiye doğumlu KKTC vatandaşlarının ve onların Kıbrıs’ta doğan çocuklarının adadan gitmesi. Daha neler neler… Hristofyas’ın savunduğu “ilkeler” bunlar. Bunların karşısında olan “suçlu” da Türk tarafı.
3 Ağustos 2012. Makarios’un mezarı başında anma töreninde başlığa aldığım cümleye ek olarak Hristofyas “Makarios adanın nihai şekilde bölünmesine dair tehlikeleri, ayni zamanda federasyon çözümünün de halkın, toprağın, ekonominin ve kurumların birleşmesinin iyileştirmesine ayrıca işgalden kurtulmaya yol açabileceğini doğru bir şekilde değerlendirmişti” dedi. Bunun tercümesi “şimdilik herkesi federasyon diyerek uyutalım, Türk ordusundan kurtulur kurtulmaz her konuda yönetimi tekrar ele geçirip 1963 sonrası gibi her şeyi ele geçirelim” demektir.
4 Ağustos 2012. “Maraş Belediyesinin” Derinya’da düzenlediği “anti-işgal” etkinliğine katılan Hristofyas, iki kesimli, iki toplumlu federasyon hedefinin “yoktan var olmadığını; bunun, Kıbrıs Rum tarafı olarak, ezeli stratejisinin bir sonucu olduğunu” söyledi. “Bunun, vatanı ve halkı birleştirebilecek, işgali ortadan kaldıracak tek gerçek yol olduğunu” da savunan Hristofyas, “bu hedefin, değişmez ve sabit kalması gerektiğini” vurguladı. Anladınız mı? Federasyon fikrinin sadece bir stratejiden ibaret olduğunu adan haykırıyor.
Şimdi sormamız gereken soru şudur: Şeçimi kaybetmek diye bir korkusu olmayan ve Komünist bir kökenden gelen Hristofyas bile bu kadar tek taraflı, faşist ve 1963-1974 döneminin özlemi ile dolu bir yaklaşım sergiliyorsa Kıbrıs’ta iki tarafın bir anlaşmaya ulaşması mümkün müdür?
Başka bir yolu denemenin zamanı gelmiştir. Umarım bu cesareti gösterecek liderliğimiz de mevcuttur. Sadece üzüm festivali açmakla olmuyor artık…