Cumhurbaşkanı 'sızdırılmasını' istediklerini de anlattı

Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun davetiyle “Haberdar” yazar ve yönetici kadrosuyla gittiğimiz “Saray”daki kahvaltılı sohbete katılan bütün arkadaşlar dün bazı anekdotlar aktardı sizlere… Aralarında enteresan notlar da vardı.

 “Geri kalmayalım(!), biz de bir şeyler ikmal edelim o zaman” dedim…

 Örneğin… Rasıh Reşat kahvaltı sırasında Cumhurbaşkanı’nın anlattıklarıyla ilgili bakın ne diyordu:       

“Sayın Başkan, bu anlattıklarınıza ‘off the record’ koşulunu koymasanız, birkaç yıllık haber ve yorum malzemesi çıkar bize…”

“Cumhurbaşkanı’nın “Haberdar” kadrosuyla paylaştığı çok çarpıcı diyalogların deşifre edilmesinin kamuoyunda ne kadar sarsıcı olabileceğine ince bir espriyle vurgu yapıyordu Rasıh Reşat…

Lakin sanırım Eroğlu’nun gazeteciler önünde aleni bir şekilde söylediklerinin yazılması veya deşifre edilmesi hususunda pek bir derdi yok ve onca politik deneyimden sonra bunların nasıl göğüslenebileceğini de iyi biliyor.

Bence Cumhurbaşkanının söyledikleri arasında;

Gerçekten memleketin siyaset düzlemini yerinden oynatabilecek hususlar vardı. Ama duyurulmasını istedikleri de vardı bunların yanında…

Gazetecilere konuşurken, konuştuklarından hangilerinin “sızdırılırsa iyi olur” türünden, hangilerinin “eh, şimdilik ‘off the record’ kalsın” kaydını taşıdığını da hissettiriyor.

Nitekim “sızdırılması uygundur” türünden olanları dün, ucundan da olsa yazdı bazı arkadaşlarımız… “Off the record” olanları da “şimdilik” ertelediler. Şimdilik(!)… Yakında görürüz…

Kısacası… Bana göre “Saray” kahvaltısında Cumhurbaşkanı Eroğlu, kamuoyuna neleri duyurmak istediğini hesaplamıştı önceden… Lakin bir de adet yerini bulsun diye, ‘off the record’ kaydı koyarak ayırdını yapabilene pek çok şey de anlatmıştır. Dünkü bugünkü çocuk olmadığımıza göre, ben de anladım.

KKTC-Türkiye ilişkilerinden, buradaki bazı politik kimliklere ilişkin görüşlerine kadar… Çok çarpıcı konuşmalar…

Ve fakat ilginç bir husus daha vardı Eroğlu’nun anlattıklarında…

Ben hep diyorum ya… “Partiye hala daha hâkim olan güç Saray’dır” diye… Ki, kamuoyunda da ağırlıklı izlenim böyle…

İşte Cumhurbaşkanı bana göre bu “izlenimi” biraz dengelemek ve kendisine yönelik bu konudaki eleştirilerin dozunu düşürmek amacıyla, partiyle hafiften birtakım sıkıntıları olduğu imajını vermeye çalıştı.

Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’ın zamanında yine UBP liderliğiyle ilgili olarak, “bana sorsalar, beni dinleseler daha iyi olurdu” şeklindeki yakınmaları gibi…

Belki Kurucu Cumhurbaşkanı bu türden yakınmalarda bulunurken, gerçekten parti liderliğiyle onun yönlendirdiği bürokrasi üzerindeki etkisini bir ölçüde yitiriyordu ama kime karşı?

Bugün Cumhurbaşkanı olan ama partisinde her sözü hep emir telakki edilen Eroğlu’na karşı…

Bence Eroğlu, parti üzerindeki hâkimiyetini bugün de eksilmeden muhafaza ediyor ve “hafiften yakındığı” bazı “sıkıntıların” sonunda “galip çıkacağına” da emin... Yani Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’ın, görev dönemlerindeki partiden yakınıcılığı ve parti liderliği karşısında eli kolu bağlı bir pozisyonda değil…     

Anladığım o ki; Cumhurbaşkanı Eroğlu, parti üzerindeki belirleyici güçlü rolüyle ilgili basın-yayında yer alan yayınlardan rahatsız oluyor ve hala partinin “tek adamı” pozisyonunda olmanın;

İktidardan şikâyetçi olan partililerle, ülkedeki kaotik ve gittikçe kötüleşen ortamdan bıkıp usanan diğer vatandaşların “Saray Kapısı”na yığılmasına yol açacağını, kendisini o makamda bile yeniden bir “Başbakan sorumluluğuna” taşıyacağını düşünüyor.

Bu yüzden de, sanki birilerinin parti üzerindeki etkisini azaltmaya çalıştığı izlenimini vererek, kıyısından köşesinden “parti liderliği” ile arasındaki bazı sıkıntılara da değiniyor.

Oysa bu konuda, “Cumhurbaşkanı Denktaş – Başbakan Eroğlu serüvenlerinden” çok tecrübe edinmiş, aşılanmış durumdadır ve parti liderliği ile ilişkilerinde faka basmayacak kadar da uyanıktır.

Velhasıl… “Saray’daki kahvaltı” her gazetecinin izlemeye ve konuşulanları dinlemeye can atabileceği türdendi.

 “Vay Ali Tekman, sen de mi oradaydın, hani sen bunlara karşıydın?” diye sitemkar birtakım sorular geldi dün bana… Hepsine aynı şeyi söyledim:

 “Ortada devletin en üst makamından gelen bir davet var ve bizim medeni ilişki anlayışımız ile aldığımız terbiye, ‘davete icabeti’ ve konuşmaktan kaçmamayı gerektirir. Cumhurbaşkanı’nın siyaset tarzı ve görüşlerine hala katılmasam da, onun şahsıyla ilgili kişisel bir kavgam yok… Medeni ve saygın bir şekilde ağırlandığımız ortam ile mücadele platformlarının atmosferini karıştırarak, sorun yaratmaya da hiç gerek yok”…

Öyle de değil mi yani?

{ "vars": { "account": "G-2P5695J8JB" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }