Galiba yine aynısı olacak... CTP’deki başkanlık seçimi de, UBP’nin “politika dışı” yarışını andıran bir havaya bürünmek üzere.
Ülkenin en büyük iki partisinden birine başkan seçilecek ama şu ana kadar partinin kendisi de kamuoyu da kurultaya gerekli “siyasal” anlamı yüklemiş değil.
Şimdiye dek aday sayısının çokluğundan dem vuruldu fakat ortaya aday sayısıyla uyumlu bir politik zenginlik çıkmaması pek sorun edilmedi.
CTP kurultayının, şu üç temel soru öbeğine doyurucu yanıtlar vermesi gerekiyor:
1-Partinin iktidar dönemiyle ilgili izahatı nedir? Kendi performansını nasıl değerlendiriyor? Hatalar yaptığını düşünüyor mu? Düşünüyorsa özür dilemeye niyeti var mı?
2-Küresel siyaset ortamını nasıl yorumluyor? İdeolojik dönüşümleri okuma biçimi nedir? Geçmişte sosyalizm ve liberal sol arasında ‘git gel’ler yaşayan bir parti olarak, yeni küresel siyasal iklimde kendisini tam olarak nerede konumlandırıyor?
3-Ülkenin içinde bulunduğu yapısal yıkıcı sorunları çözme konusundaki stratejisi nedir? Depresif havayı dağıtacak reçeteleri nelerdir? Bir “büyük düşü” ve aklı başında projeleri var mıdır?
Kurultaya biraz daha zaman var. Ancak belirtiler bu sorulara yanıt aranacak bir kurultayın habercisi gibi durmuyor. Örneğin adayların, aday olma gerekçeleri oldukça yüzeysel.
Ömer Kalyoncu, “suçlanmamak için” aday olmuş. Üzerinde büyük bir baskı varmış ve görevden kaçıyormuş gibi görünmek istememiş. Kalyoncu’ya göre partinin yeni bir vizyona da ihtiyacı yokmuş.
Kutlay Erk, “eski bir partili” olmayı öne çıkarıyor. Hatırlayacaksınız İrsen Küçük de “UBP’liler niye sizi seçsin?” sorusunu “çünkü en eski benim” diye yanıtlamıştı.
Mehmet Çağlar “umutları yeniden canlandırmaktan” söz ediyor ama bu muğlak ifadeyi “politik proje”ye dönüştürecek bir yol haritası çizmiş değil.
Özkan Yorgancıoğlu da “partiyi ülke yönetimine hazırlamak” gibi derinleştirilmeye muhtaç bazı hedefler dillendiriyor.
Nazım Beratlı, yarışı “ideolojik” zemine çekmeye çalışan tek aday görüntüsünde. “Modern sol” ihtiyacından söz ediyor ve kendi “sol”unu tarif ediyor. Ayrıca “Kıbrıs sorununun arkasına saklanmayacağım” diyerek diğer adaylardan ayrılıyor.
Fakat yarışa politik eksen kazandırma potansiyeli taşıyan bu çizgi karşılık bulmuş değil. Tartışma şimdilik “genelgeçer” sözcükler etrafında şekilleniyor.
İngiltere İşçi Partisi liderliği için geçen yıl iki kardeş yarışmıştı. Yarışanlar kardeşti fakat aralarında ciddi siyasal farklar vardı. Ed Miliband “sol”, David Miliband “liberal sol” kanadın temsilcisiydi. İkisi arasında derin bir söylem ayrılığı vardı.
Burada İngiltere’dekine benzer bir yarış beklemek hayalcilik olabilir. Fakat parti içi yarışları yuvarlak laflarla ve geleneksel ilişkilerle kısırlaştırmaktan vazgeçmek şart.
İngiltere’de iki kardeş yarışmıştı ama anneleri onlara değil, kadın aday Daine Abbott’a destek vermişti. İngiliz basınına göre ünlü bir Marksist teorisyen olan babaları da eğer hayatta olsaydı ikisine de oy vermeyecekti.
Bizler de başkanlık seçimlerini “delege, akraba, ahbap” hakimiyetinde seyreden siyaset dışı etkinlikler olarak görmeye son vermek zorundayız.