Mademki, bir Bakanlık koltuğu uğruna, bu kadar salya-sümük omurgasızlıkla vıcık vıcık edilmiş siyaset sahnesi…
Biz de oturup dalgamızı geçelim bunlarla…
Onlar da yarın öbür gün “Bakan olurlarsa” alsınlar ellerine satırı da bu kapıkulu tavırlarıyla dalga geçen gazetecileri “analarından doğduklarına pişman” etsinler.
Bazıları iyi öğrenmiş, yapıyorlar zaten ellerinden geleni…
Bakanlık koltuğuna zıplamadan, onlar da öğrensinler bu terörü…
Bir gazetecinin ekmeğiyle, evinde ekmek bekleyen ailesinin geçimiyle nasıl oynanacağını… Bunu yapmak için hangi başka omurgasızların nasıl teslim alınacağını…
Ekmeği elinden alınan insanların her Allah’ın günü sabah sabah başlayan ve akşam uyumadan sona ermeyen “beddualarıyla” nasıl baş edebileceklerini – edebilirlerse…
Neyse bunu geçelim… Bu ülkenin leş kokan siyaset sahnesindeki saldırılara karşı efsunluyuz biraz galiba…
Ekmekse ekmek… Dilimimizi küçültürüz gerekirse…
Lakin sadece Allah’ın önünde secde eder, onun yazdığına boyun eğeriz… Kapıkullarına kulluk edip, dizlerimizin üzerine çökmeyiz…
Evet… Ne demiştik?
“Bakan namzetleri” takla atmaya, kıvırmaya, “necip medyamızı” da kullanarak defile yapmaya devam ediyorlar ağababalarının önünde…
Nedir bu iştah, anlamak mümkün değil… Bakanlık makamı, çocuklarına miras bırakabilecekleri bir varlık mı? Yoksa onur ve dik duruşu mu miras bırakır adam gibi adamlar gelecek nesillerine?
Bilemiyorum tabii… Modern tıbbı kullanarak genlerine sürüngenliği kalıtsal bir karakter olarak zerk etmemişlerse eğer…
Ve “Bakan namzetçiklerine” benden çok özel bir not:
- Yanlış kapıda nöbet tutuyorsunuz tosunlarım benim…
İrsen Beyin kapısında her sabah hababam ceket ilikleyip turuncu eşarp ve kravatlarınızı rüzgârda dalgalanmaya bırakmakla Bakanlık yolu açılamıyor işte…
UBP’nde ipler İrsen Bey’in elinde değil çünkü… Hükümette de öyle…
Kusura bakmasın ama siyasi anlamda Sayın Başbakanın ipleri bile tümüyle kendi elinde değil…
Hele bir denesin ipleri ele almayı ciddi biçimde… Derhal olağanüstü bir kurultay… Tabureye bir tekme ve çekilen ip…
Bu yüzden “Bakan namzetçikleri” o koltuğu ele geçirmek için;
- “Saray”ı “tavaf etmelidirler” her şeyden önce… Sabah akşam… Gece-gündüz ve - kaldıysa eğer - omurgaları üzerinde hiç doğrulmadan, “Saray” kapılarında ağlaşıp sızlamalıdırlar salya-sümük…
Ve sürekli el öpme de yetmez. “Efendilerine” ne kadar “sadık kullar” olduklarını yerlerde sürünerek daha iyi kanıtlamalıdırlar.
Ne yani… Kim idare ediyor UBP ve hükümetini sanıyorsunuz?
“Saray” değil mi her bir şeye karar veren?
Bu yüzden “namzetler” ağrıtmamalı İrsen Beyin başını daha fazla… Kapısında takla atıp “numaralarını sergileyecekleri” ve her zaman yaptıkları gibi, secdeyle tavaf edecekleri makam ve mekân bellidir:
- Saray…
Hadi kolay gelsin…
* * *
Ve lakin… Sayın Başbakan İrsen Küçük bu kez büyük konuşmaya karar verir de “Saray”a hitaben;
“Tamam artık… Yetti bu kadar… Ben miras kabine istemiyorum. Kimseye de beğendirmek zorunda değilim yeni kuracağım kabineyi… Resmi anlamda onaylarsanız onaylarsınız, onaylamazsanız da gereğini yaparız” diyebilir mi bulunduğu konumda?
Partisinin iradesini, dolayısıyla tabanın gerçek gücünü arkasına alabilir mi?
İşte o zaman başka bir pencere açılır ve biz de ona göre yazıp çizeriz buralardan…
Yarın, “vallahi de billahi de ben kurdum, Saray da onayladı” diyebilir Sayın Başbakan ayrıca…
Buna da kolay kolay kimse inanmaz. “Saray’ın gönlünden geçen isimleri yazdı, onun için onay aldı” der herkes…
Bir şeyler değişecekse, önce parti içi dengeler radikal bir şekilde değişmelidir. Kıran kırana güç mücadelesinin sesi duyulmalıdır.
Aksi takdirde yine “Saray’ı tavaf etmeyi” beceren namzetler oturacaktır koltuklara… Ve hiçbir şey de değişmeyecektir haliyle…
(*) TDK Büyük Türkçe Sözlük’te “tavaf etmek”; 1. Bir şeyin çevresini dolaşmak… 2. İslam dininde hac ve umre sırasında Kâbe’nin çevresini dolaşmak, şeklinde izah edilmektedir.