Amerika Birleşik Devletleri İngiliz sömürgesinden gelip halkın kendilerini ayrı bir devlet yapısında görmek istemesinden kaynaklanan güçle o zamanlardaki en güçlü imparatorluklardan birine başkaldırmak yoluyla kurulmuştu. Yani “özgürlük” ve “kendi kendini özgürce ve demokratik bir sistem içerisinde yönetme” hedefi ile yola çıkılmış ve bunun neticesinde kurulan devlet ise bugün dünyanın en güçlü devletidir.
Amerikan halkı kendilerini önce Amerikalı görür, sonra da ailelerinin etnik kimliğinin hangi kökenden geldiğini bilir ve bununla da ikinci derecede olsa da gurur duyar. Ancak “Amerikalı” olduklarından kuşku yoktur ve bir savaş halinde de “Amerikan” olarak kendi ülkelerinin silahlı kuvvetlerinde görev yapacaklardır.
Yani başında Avrupa’dan giden göçmenlerle başlayan bir “toplum”, “halk”a dönüştü ve bugün “Amerikan Halkı” olarak yaşamlarına yön vermektedirler. Tabi bunun acı tarafı da Avrupa’dan göç edenlerin ilk dönemlerde yerli halka uyguladıkları soykırımdır.
Atlantik Okyanus’unu geçip Avrupa’ya geldiğimizde ise karşımıza ilginç bir yapı çıkar. Yollarına “Avrupa Ekonomik Topluluğu” olarak başlayan ve ABD ile mukayese edildiğinde küçük kalan Avrupa devletlerinin bazılarını ekonomik olarak tek Pazar altında birleştirme projesiydi bu. Halbuki bugün bu proje kılıktan kılığa girmiş ve karşımıza “Avrupa Birliği” olarak çıkmıştır. Çıkmıştır ama içerisinde olan ülkelerin liderlerini dinlediğinizde bile her kafadan ayrı bir ses çıktığını görmekteyiz. Kimisine göre aynen ABD gibi “Avrupa Birleşik Devletleri”ne geçilmeli, kimine göre Euro artık tedavülden kaldırılmalı ve AB artık merkezden daha uzak olan bir topluluk haline gelmeli.
Kendi içerisinde bile bu kadar zıt görüşler var iken AB’nin sağlıklı bir şekilde yapılanmaya devam ettiğini söyleyemeyiz. Üstüne üstlük bir de çok ciddi boyutlara ulaşan ekonomik krizleri de var. Bu da Euro kullanan ülkelerin birçoğunu batmanın eşiğine getirmiştir. Yunanistan örneğinde ise tamamen batmış bir ülkeden söz ediyoruz. AB’nin şu andaki yapısı o kadar komiktir ki AB’nin Merkez Bankası vardır ancak üye ülkelerin Merkez Bankalarına gerekli yaptırımları uygulama yetkisi yoktur. Bunu ABD ile kıyasladığınızda AB’nin neden Amerika’daki yapıya ulaşamayacağını görürsünüz.
Bunun bir de siyasi ve milli köken konusu var ki bu da AB’nin ütopik bir şekilde Amerika örneğine dönüşmesini kesinlikle engeller. ABD’de New Hampshire’da yaşayan biri de, California’da yaşayan biri de kendisini Amerikalı kabul eder. Ancak Fransa’da yaşayan biri veya İngiltere’de yaşayan biri kendisini “AB’li” kabul etmez. Fransa’daki kendisini Fransız, İngiltere’deki de İngiliz kabul eder ve bu ileride de böyle olacaktır.
AB’nin şu andaki şekli ile devam edemiyeceği gerçeği birçok çevrede artık kabul görmüştür. Buna en son örneği eski İngiltere Dışişleri Bakanı ve çok saygı duyulan bir siyaset adamı olan Lord David Owen’dan geldi. Owen’a göre Avrupa Birliği yanlış temeller üzerindedir ve artık bu gidişe kesin bir son verilmelidir. Owen’a göre 32 ülkelik “Tek Pazarlı Avrupa Toplumu” oluşmalı ve bunun içerisinde Türkiye de olmalıdır. Bunun sadece ekonomik bir topluluk olacağını vurgulayan Owen, “Kendi dış politikasını, savunma politikasını ve para birimini belirleyen bir ülkede yaşamak istiyorum. Bir ülkenin egemenliğini belirleyen bunlardır. Avrupa olarak adlandırılan bir ülkenin parçası olmaya her zaman karşıyım” dedi.
Bence de AB önceleri ABD’ye karşı kurulan ekonomik bir toplulukken aniden seçilmemiş bürokratların elinde kontrolden çıkan bir “ülkemsi oluşum” olmuştur ve bu da sürdürülebilir bir yapı değildir. Owen aslında her Avrupalı’nın düşündüğü ama söylemeye korktuğu şeyi dillendirmiştir. Zararın neresinden dönülse kardır. Bence Owen’ın fikrine bir göz atmakta yarar vardır.